6 Mayıs 2013 Pazartesi

BİR ORMAN YAZISI


 
Bu yazıyı Alaçam dağlarının zirvesinden yazıyorum. Kamp ateşim  ormanın karanlık yalnızlığında bir nokta. Güneş devasa çamların ardına, orman kuşlarının güzel melodileri eşliğinde çekileli çok oldu.  O kadar sessiz ve ışıksız ki ,bu yarattığı medeniyetin bir unsuru olmuş insanın anlayabileceği bir hal değil.

Kamp yerine ulaştığımda zirvenin uzantısı olan sırtın kenarından Alaçam köyüne doğru uzanan aşağıdaki yeşilin her tonunu kucaklayan derin vadinin güzelliği ve uzaklarda  2000 metreden daha yüksek olan Akdağ’ın karlı dorukları selamladı beni. Çevremdeki envai çeşit kır çiçekleri ve heybetli çamların hüşu içinde uğuldayışları insani olan hiçbir şeyin sokulmadığı bu ücra dağ köşesindeki dile gelmez büyüyü göz alabildiğine derin ve derinliğine karanlık orman gölgelerine doğru kaçırmakta kelimelerin ve kavramların sokulganlığına karşı.
 

Doğa artık bilinmezliğin ve esrarın, insanın kendi dışında olanı ürpertiyle temaşa ettiği gizemin ,mitik olanın  var olduğu bir alan değildir . Doğa ,orman yolları ile bölünmüş, orman işletmeleri tarafından tüm anıtsal ağaçları kesilmiş, her pınarı poşet ve şişelerle kirletilmiş, aşırı avlanmadan ormanları bomboş kalmış, maden şirketleri tarafından hallaç pamuğu gibi atılmış, ağaç kesmekten başka bir işe yaramayan yeni yollarla yarılmış bir çırpınıştır sadece.

Bir zamanlar dünyanın kendi arsızlığından ibaret olmadığını bilen ve bu farkındalığı da en derin bir şekilde doğa da temaşa eden insan da ,artık alabildiğine şımarık alabildiğine opportunist ,alabildiğine bencil ve doyumsuz ,ruhu ve bedeni ,çoluğu cocugu yaşlısı ihtiyarı psişik bir obezite ve gargantualığa mahkum  bir çirkinliktir yer yüzünde…

Varlığımız dünyayı güzelleştiriyor mu pek emin değilim…

Gece olanca karanlığıyla çevirdi beni, Almanların orman yalnızlığı -Waldeinsamkeit -dedikleri  his bu olmalı.

Geceye ve düşlere dalıyorum…