Bu yazıyı Alaçam dağlarının
zirvesinden yazıyorum. Kamp ateşim ormanın karanlık yalnızlığında bir
nokta. Güneş devasa çamların ardına, orman kuşlarının güzel melodileri
eşliğinde çekileli çok oldu. O kadar sessiz ve ışıksız ki ,bu yarattığı
medeniyetin bir unsuru olmuş insanın anlayabileceği bir hal değil.
Kamp yerine ulaştığımda zirvenin
uzantısı olan sırtın kenarından Alaçam köyüne doğru uzanan aşağıdaki yeşilin
her tonunu kucaklayan derin vadinin güzelliği ve uzaklarda 2000 metreden
daha yüksek olan Akdağ’ın karlı dorukları selamladı beni. Çevremdeki envai
çeşit kır çiçekleri ve heybetli çamların hüşu içinde uğuldayışları insani olan
hiçbir şeyin sokulmadığı bu ücra dağ köşesindeki dile gelmez büyüyü göz
alabildiğine derin ve derinliğine karanlık orman gölgelerine doğru kaçırmakta
kelimelerin ve kavramların sokulganlığına karşı.
Doğa artık bilinmezliğin ve
esrarın, insanın kendi dışında olanı ürpertiyle temaşa ettiği gizemin ,mitik
olanın var olduğu bir alan değildir . Doğa ,orman yolları ile bölünmüş,
orman işletmeleri tarafından tüm anıtsal ağaçları kesilmiş, her pınarı poşet ve
şişelerle kirletilmiş, aşırı avlanmadan ormanları bomboş kalmış, maden
şirketleri tarafından hallaç pamuğu gibi atılmış, ağaç kesmekten başka bir işe
yaramayan yeni yollarla yarılmış bir çırpınıştır sadece.
Bir zamanlar dünyanın kendi
arsızlığından ibaret olmadığını bilen ve bu farkındalığı da en derin bir
şekilde doğa da temaşa eden insan da ,artık alabildiğine şımarık alabildiğine
opportunist ,alabildiğine bencil ve doyumsuz ,ruhu ve bedeni ,çoluğu cocugu
yaşlısı ihtiyarı psişik bir obezite ve gargantualığa mahkum bir
çirkinliktir yer yüzünde…
Varlığımız dünyayı
güzelleştiriyor mu pek emin değilim…
Gece olanca karanlığıyla çevirdi
beni, Almanların orman yalnızlığı -Waldeinsamkeit -dedikleri his bu
olmalı.
Geceye ve düşlere dalıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder